1990 Sonrası Türk Sineması
Oluşum sürecini 1950–60 yılları arasında tamamlayan Türk sineması 1960lı yılları ulusal bir sinema arayışı içerisinde geçirir. Pek çok başarılı filmin üretildiği bu on yılın ardından melodramların ağırlıkta olduğu 70’li yıllar gelir. Fakat 1970’ler sadece melodramların değil, Türk sinema tarihinde iz bırakacak filmlerin de çekildiği bir dönem olur.
Sonradan üzerinde çok konuşulacak, tartışılacak yönetmenler bu dönemde yetişir ve Türk sinemasını 80’li yıllara taşırlar. 1980’ler ve 1990’lar Türk sinemasında yeni akımların, yeni anlatım dillerinin oluştuğu dönemlerdir.
Öte yandan, Türk sineması sık sık ekonomik krizlerle de sarsılmış ve gerçekte her krizin sonunda yeni bir döneme geçmiştir.
1980’lerin sonunu bir krizle karşılayan Türk sineması bu krizin ardından da yeni bir döneme girecek ve 1990’lar yeni bir Türk sinemasının ortaya çıkışından söz edilen bir dönem olacaktı. 90’lı yılların en önemli yanlarından biri de “kendi kişisel dünyalarını daha küçük ölçekli öyküler ve filmlerle anlatmak isteyen yönetmenlerin artık belli bir düzey tutturan yapıtlarla seyirci önüne çıkmalarıydı.”
1990’larda ortaya çıkan bu yeni dönem Türk sinemasının gidişatında çok önemli bir noktada durmaktadır. 80’lerin sonundaki krizin ardından başlayan yeni dönemde, Türk sinemasının bugünkü dinamikleri şekillenmiş ve Türk sinemacılar dünya sinemasında da seslerini duyurmaya başlamışlardır.
Bu dönem devletin de sinemaya daha çok destek vermeye başladığı, Eurimages üyeliğinin gerçekleştiği ve böylece daha büyük ölçekli yapımların gerçekleştirilebildiği bir dönem olmuştur. Bunun yanı sıra özel televizyon kanalları ve sponsorluk destekleriyle birlikte çekilen film sayısında artış olmuştur.
Fakat hiç kuşkusuz, 1990 sonrası Türk sinemasını oluşturan ve taşıyanlar sanat filmleridir. Bağımsız çalışan yönetmenlerin çektiği bu filmler Türk sinemasında iz bırakmış ve yurt dışında ödüller almıştır. 90 sonrası Türk sineması böylelikle klasik Yeşilçam anlatısından sıyrılmış ve de yeni bir dil geliştirmiştir. Minimalist sinemanın yanı sıra, daha deneysel filmler de çekilmiş, 90lar sonrası Türkiye’sinin sorunları tartışılmış ve tüm bunlar gerçekliğin daha çok katmanlı biçimde gösterildiği filmlerde yer bulmuştur.
Bu çerçeve bağlamında incelediğimiz Derviş Zaim sineması ise, barındırdığı temel öğeler açısından 1990 sonrası Türk sinemasının özelliklerini taşımaktadır. İlk filmi Tabutta Rövaşata’dan itibaren tutturduğu sinema dilini diğer filmlerinde de kullanan Zaim, 90 sonrası bağımsız yönetmenlerinden biri olarak kendisine ait bir çizgi oluşturmuştur.
Filmlerinde işlediği konuları modern zamanlar Türkiye’sinin fakirlik, evsizlik, agorafobi, 90’lar sonrasının siyasi suçları, devlet-mafya ilişkileri, Kıbrıs sorunu, bireysel duyarsızlık ve nihayet tarihi bir filmde Osmanlı-İslam sanatlarının önemi olarak özetleyebileceğimiz Zaim, bu açıdan da kapsayıcı bir örnek oluşturmaktadır.
Son olarak, en başında belirttiğimiz saptamayı tekrarlamakta fayda bulunmaktadır. Türk sineması atlattığı her krizin ardından toparlanmakta ve yeni bir döneme girmektedir. Her yeni dönemde de yeni arayışlar içine girmekte ve yeni sinemacılarla farklı bir dil oluşturmaktadır. Bütün bunlar Türk sinemasında sağlam ve sürekli bir akım oluşmasına engel olsa da, filmler ve türler açısından bir zenginlik ve çeşitlilik oluşturmaktadır.