Gök Gözlü Adam
Bu kısa öykümü yazıp yarışmaya yollamam için Kadıköy Lisesi'ndeki tarih öğretmenim Nusret Karaca beni teşvik etmişti. Son güne kadar oyalandım, yazmadım. Bana yazdın mı dediğinde her seferinde yazacağım veya deniyorum diyordum. Konu: "Atatürk'ümüzle Gençlik Sorunlarını Konuşmak"
Oysa düşündüğüm şey şuydu: Ben birinci olmak için yazarsam bize ilköğretimden beri klasik bir şekilde anlatılan Atatürk'ü, Atatürk'ün millet sevgisini, Atatürk'ün ilkelerini kağıda dökmeliydim. Oysa ben bu sıradanlığı ve bize bu şekilde kalıplaşmış cümlelerle Atatürk'ün anlatılmasını sevmiyordum. Nitekim Nusret Hocamız da dersleri böyle anlatmazdı. Derste bize tarihten çok hayatı, insanlığı anlatırdı. Bu yüzden Nusret Hoca'nın yönlendirdiği bir yarışmaya Nusret Hoca'ya yakışmayan bir yazıyla katılmak istemiyordum. Jüri öyle yazdığımda belki de böyle düşünmeyecek olmasına rağmen...
Nusret Hoca sanırım o zamanlar benim ruhsal olarak kötü bir zamanda olduğumu düşündüğünden ilgilenmediğimi sanıyordu. Oysa altında yatan şey, yapmak istemediğim bir şeyi yazmaktansa aklıma ilginç bir fikir gelene kadar beklemekti. Bu fikir de bir türlü gelmiyordu. "İlham perileri trafiğe takılmış olsa gerek" :)
Bunu da söyleyemiyordum. Tıkanan yazar moduna girmek gibi olacaktı bu ve ben kendimi bir yazar olarak bile görmüyordum. Derken artık yarışmaya katılmak için son gün gelmişti sanırım. Hafızam beni yanıltıyor da olabilir. Belki de Nusret Hoca'nın öyküleri göndermek için son seçtiği gündür.
Bana derste son gün olduğunu söyledi ve ben de "Hazır Hocam, düzeltiyorum." dedim. Ders bitimine kadar yazmam gerekiyordu. Hatta tenefüste... Ne halt yedin dedim kendime. Sonra zorladığımdan mıdır, yoksa sıkışınca zorunda olduğumdan mı bilmiyorum, aklıma bir fikir geldi. Atatürk'ümüzle Konuşmak... Hıımm dedim. Sonrası aşağıda :)
Sanırım ilk fantastik öyküm bir sayfalık bu öykü oldu. Beni asıl şaşırtan, ödül olan kitapları herkese verdiklerinde elimize tutuşturulan kağıtta yazandı. Bana verdikleri kağıtta 8. olduğum yazıyordu. Fantastik, uç noktada bir öykü olmasının yanı sıra bir de tek sayfaydı ama jürinin beni en sona atmasını beklerken 8. seçilmeme çok şaşırmıştım.
Belki bir gün devamı gelir. Belki ilham perilerinin trafiği açılır. İlham perileri varsa eğer...
***
Kız ona kahramanım diyordu. Belki herkes kendisi kadar onu sevmiyordu ama saygı duyulmayı hak eden biri olduğunu biliyordu.
Yeşillikler içinde oturuyorlardı. Otoritesini her şekilde koruyan bu adam, çimenlerde bir çocuk gibi bağdaş kurmuş otururken bile hem sevecen hem de sözü dinlenen biri olabiliyordu.
Temmuz 2009 – Ankara
“Hiç anlamıyorum nasıl böyle geriye aktığını zamanın.” dedi kahraman.
“Sen yaşasaydın böyle olmayacaktı. Bunu bilmek beni çıldırtıyor. Bir ülke nasıl bu kadar iki ayrı yola ayrılabilir?”
“Sen buraya gelip beni çağırmasaydın yokluğumdan beri nelerin değiştiğini, beni yaşatmak için neler yaşadığınızı, geleceği emanet ettiğimiz gençlerin ne durumda olduğunu ve en önemlisi neler hissettiğinizi bilemeyecektim. Sana ettiğim gibi onlara da teşekkür etmeyi çok isterdim.”
Başka hiçbir şey söylemedi kahraman ve geldiği gibi yavaşça silindi. Böylece kızın gözleri adamın mavi gözlerine bakarken gökyüzüyle buluştu.
2010 – İstanbul
Kız çok uykusuzdu. Beş dakikalığına uyumak istemişti. Bu defa gördüklerinin peşini bırakmayacaktı. Doğaüstü yeteneğini hatırlatan rüyasının peşinden giderek Ankara’ya bilet almaya karar verdi. Onu tekrar görmeliydi. Oturduğu koltuktan dirseklerinin üzerinde doğrularak mırıldandı: “Bir şeyler yapmalıyım.”