Kıyıya Vuran İnsanlık
“Arap Baharı” demişlerdi, ben ise hep “kanlı bahar” dedim. Arap Baharı, Yasemin devrimi ile başlayıp, Orta Doğu’yu kasıp kavuran bu devrimin adıydı. Arap Baharı, deyip kandırmışlar bizleri. Olur mu her gün kan; olur mu her gün silah sesi, barut kokusu. Bu bahar değildi, bu bizleri yakıp yıkan bir cehennemdi.
Bir Kaçış, Umuda Bir Yolculuk
İnsanın vatansız kalması ne kadar kötü değil mi? Bir vatanımız olsaydı, her gün silah sesleriyle korku içinde uyanmasaydık, kaçmayı seçer miydik? Annem ve babam aralarında konuşurken duydum, artık bu topraklar bizleri sıkıyor, artık bu topraklardan gitmemiz gerekiyormuş.
Doğduğum bu toprakları yarın terk edeceğimi duyunca, hüzünlendim. Gitme zamanımız gelmişti, evin arkasına giderek, bir hafta önce saklamış olduğum misketleri cebime koydum. Belki bir daha buralara dönmeyeceğim düşüncesiyle arkamda hiçbir şey bırakmak istemiyordum.
Gitme zamanı gelmişti. Bu gitmekten çok bir kaçış, bir umut arayışıydı. Elimde misketlerim, üzerimde en sevdiğim kırmızı tişörtüm ve yüzümde korkulu hüznümü aldım.
Annem hayatım boyunca en iyi pusulamdı. Annemin yüzüne bakarak her şeyi anlayabiliyordum, her ne kadar yanımızda bir şeyleri dile getirmezseler de, annemin yüzü, ruhu her şeyi o kadar açık bir şekilde dile getiriyordu. Anlamamak mümkün değildi bu hüznü, acıyı.
Ben bir çocuğum ama Orta Doğu’da. Orta Doğu çocuğuyum, sizlere göre hayatım daha çok hareketli ve daha zorlu. Söyleyin ağabeyler, ablalar ömrünüzde hiç bomba sesi duydunuz mu, hiç mayınlı arazide yürüdünüz mü, hiç eviniz ocağınıza ateş açıldı mı? Ben bunları ve daha fazlasını 3 yıllık ömrümde yaşadım. Her şeye alıştım, her şeyden korktum ve kaçmak çözüm müydü? Çözüm olmayan şeyler umut olabiliyordu. Evimizden uzaklaşmak bizler için çözüm değildi, ancak hep bir umut olmuştu. Türkiye’ye geçip oradan da ver elini Avrupa.
Öyle Umutlanmıştı Büyüklerim Sesimi Çıkarmadım
Artık Avrupa’ya gideceğiz, artık kurtuluş yolculuğumuz başlayacaktı ancak içimi kötü bir his kaplamıştı. “Çocukların hiç kötü hissi olur mu” diye geçiştirdim. Annemin yüzüne baktığım zaman, mutluluk ve hüzün çizgileri belirmişti. İlk kez annemi böyle mutlu görüyordum. Artık içim rahattı, bir küçük bota onlarca kişi binebilirdik; bu sorun değildi. İlk kez annemin yüzünde bir umut vardı. Bu umudu yok etmeye hakkım yoktu, annem inanmışsa benim de inanmam gerekecekti; bu küçücük botla Avrupa’ya geçebilmeye.
Yüzme Bilmiyorum
Ömrüm uzun olsaydı bir yüzme kursuna gitmek isterdim. Orta Doğu gibi bir coğrafyada yaşadığımız için yüzmeyi bilmek fazla işimize yaramazdı değil mi? Ömrümde ilk kez deniz görüyorum. Mavi, berrak ve sonsuz olan bu su kütlesi beni yutabilir mi, hayır bu mavi ve oldukça sakin bir su benim gibi sevimli bir çocuğu hiç kendi acımasız dalgalarıyla boğabilir miydi? Sonuçta bu güzel mavilik Orta Doğu’daki barbar örgüt gibi zalim değildir.
Akşam olurken masmavi olan deniz karardı ve hırçın bir hal aldı anladım; artık beni bu haliyle boğabileceğini.
Umutlar sönmüştü ve balon patladı. Çığlıklar, bağırışlar ve başlayan bir mücadele. Üç yıllık ömrüm ne kadarsa mücadelem de o kadar olacaktı. Bedenim küçük, bir köpek balığına gerek yoktu, küçük bir balığın bile yutabileceği bir bedene sahiptim. Ben artık mücadelemi bitirdim, anladım bu dünya bana göre değil, bir melek olup uçmam gerek. Ben, katilim olan insanlık istemiyorum; umut istiyorum, mutluluk istiyorum.
Beni Böyle Hatırlayın, kıyıya vurulmuş şekilde değil. Bakın ne güzel gülüyorum.