Rapunzel Masalı Oku | Hikayesi
Rapunzel Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde uzak bir ülkede yaşayan mutlu bir çift varmış. Bu çift çocuk sahibi olmanın hayaliye yaşıyormuş ancak bir türlü çocukları olmuyormuş. Aradan çok uzun bir zaman geçmemiş ki genç kadın hamile olduğunu öğrenmiş. Sevinçle kocasına müjdeyi vermiş, ikisi de çok mutlu olmuşlar. Günlerden bir gün kadın, pencereden komşusunun bahçesindeki birbirinden güzel, rengarenk çiçeklere ve sebzelere bakarken, birden kadının gözleri altın gibi parlayan özel bir marula takılmış. Marulun görüntüsü o kadar güzelmiş ki, kadın gözlerini o maruldan alamamış. Aradan günler geçmiş ama genç kadın o marulları aklından çıkaramıyormuş.
“Ben bu marullardan yemezsem kesin ölürüm.” demiş kendi kendine. Kadın marulları düşünmekten yemeden içmeden kesilmiş, çok zayıflamış. Karısında son günlerde değişiklik olduğunu gören adam, karısının canının o marulları yemeyi istediğini öğrenince, ne kadar endişelense de karısına hiç belli etmeden o marullardan kopartıp getireceğine söz vermiş. Bir gece yarısı herkes uyurken adam gizlice komşusunun bahçesine girmeye karar vermiş.
Sessizce bahçe duvarından atlayıp içeri girmiş ve marullardan birkaç tanesini kaptığı gibi karısının yanına koşmuş. Kadın marulları görünce çok sevinmiş ve hepsini afiyetle yemiş. Ancak yediği marullar ona yetmemiş ve ertesi gün kocasından tekrar o marullardan getirmesini istemiş. Kocası ertesi günün gecesi çaresizce tekrar bahçeye girmiş ama bu sefer komşu bahçenin sahibi olan cadı, marulların çalındığını fark edip bir tuzak hazırlamış.
Adam bahçeye girdiği gibi cadı aniden adamın karşısına çıkıvermiş. “Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin.” Diyerek ortalığı ayağa kaldırmış. Cadı, genç adamı “Bunun hesabını çok ağır ödeyeceksin!” diye tehdit etmiş. Adam cadıya karısının hamile olduğunu bahçedeki marulları canının çektiğini, her şeyi onun için yaptığını söylemiş. Cadının gözleri genç çiftin çocukları olacağını duyduğu anda parlamaya başlamış. “Demek çocuğunuz olacak. Bir şartla sizi affederim, üstelik bahçemdeki marullardan canınızın çektiği kadar alabilirsiniz” demiş. Cadının şartı “Bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz” olmuş.
Genç adam, nasıl olsa bir yolunu bulur doğacak çocuğumu vermem düşüncesiyle cadının bu şartını kabul etmiş. Aradan günler, haftalar, aylar geçtikten sonra ailenin çok güzel bir kız çocukları olmuş. Bebeğin doğduğunu duyan cadı gelip bebeği annesinden almış, evine götürmüş. Bebeğe isim olarak da bahçesindeki özel marulun adı olan Rapunzel adını vermiş. Cadı küçük kızı çok iyi beslemiş, büyütmüş.
Aradan yıllar geçmiş, rapunzel büyümüş ve çok güzel bir genç kız olmuş. Cadı, Rapunzel’i uzak bir yerde gizlemeye karar vermiş. Bir ormanın ortasında çok yüksek bir kule yapmış ve Rapunzel’i bu kuleye hapsetmiş. Bu kulenin ne kapısı, ne de merdiveni varmış. Rapunzel kulenin penceresinden ormana bakar, oradaki kuşların cıvıltısını dinler, günlerini saçlarını örerek geçirirmiş. Cadı, merdiveni olmayan bu kuleye çıkmak istediğinde kulenin önüne gelip; “Rapunzel, Rapunzel! Uzat bakalım altın sarısı saçlarını” diye seslenirmiş.
Rapunzel uzun örgülü, altın sarısı saçlarını pencereden uzatır, cadı da onun saçlarından tutup kuleye tırmanırmış. Uzun yıllar boyunca Rapunzel bu kulede yaşamaya devam etmiş. Bir gün ormanda avlanmaya çıkan bir prens yükseklerden güzel sesli bir kadının şarkı söylediğini işitir gibi olmuş. Sesin geldiği yeri merak edip ormanın içinde gezinmeye başlamış. Sonunda kulenin önüne kadar gelmiş. Gelmiş ama, kulede ne kapı ne de merdiven olmadığı için kuleye çıkmanın bir yolunu bulmaya karar vermiş. Her gün kulenin etrafında dolaşıp keşifler yapıyormuş. Bir akşam yine kulenin etrafında gezinirken uzaktan kulenin altında bekleyen cadıyı fark etmiş. Cadının yukarı nasıl çıktığını öğrenmek için çalıların arasında gizlenmiş.
Cadı: “Rapunzel, Rapunzel, uzat altın sarısı saçlarını ben geldim.” deyince, kız altın sarısı saçlarını aşağı uzatmış ve cadı yukarı tırmanmış. Bunu gören prens, ertesi gün hava karardıktan sonra kulenin altına gitmiş ve etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra nazik bir sesle “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!” diye seslenmiş. Sonra da rapunzelin saçlarına tutuna tutuna kuleye çıkmış. Rapunzel’in cadı dışında başkasıyla görüşmesi yasak olduğu için prensi karşısında görünce çok korkmuş. Prens onun sesini ormanda gezerken duyduğunu, sesine aşık olduğu için yanına geldiğini söylemiş. Rapunzel bunları duyunca prensin kötü niyetli biri olmadığını anlamış ve korkusu geçmiş.
Bir süre her şey yolunda gitmiş, cadı olanları hiç fark etmemiş. Prens her gün kuleye çıkıyormuş, Rapunzel’i hiç yalnız bırakmıyormuş. Bir gün aşık olduğu altın saçlı kıza evlenme teklifi etmeye karar vermiş. Prens Rapunzel’e evlenme teklifi etmiş, Rapunzel’in yüzü biraz kızarsa da teklifi kabul etmiş. Kabul etmiş ama kuleden inmeleri için bir yol yokmuş. O anda prensin aklına parlak bir fikir gelmiş. Her kuleye gelişinde yanında kumaş parçaları getirmeye başlamış. Rapunzel’de onları birbirine ekleyerek kumaştan bir merdiven yapıyormuş. Günler, ayları kovalamış, merdiven neredeyse bitecekmiş.
Cadının hiçbbir şeyden haberi yokmuş. Bir gün Rapunzel ağzından kaçırmış; “Anne, Prens senden daha hızlı bu kuleye tırmanıyor” deyince cadı her şeyi anlamış. “Beni nasıl aldattın? Oysa ben seni dünyanın kötülüklerden korumaya çalışıyordum.” demiş öfkesini alamayan cadı. Makasla Rapunzel’in altın sarısı saçlarını kesivermiş, sonrasında da onu çok uzaklarda bir çöle göndermiş. O gece cadı prensi kulede beklemeye karar vermiş. Prens yine kulenin önüne gelip, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını” diye seslenmiş, cadı Rapunzel’in saçlarını aşağıya doğru sarkıtmış.
Prens başına geleceklerden habersiz kuleye tırmanmış. Kuleye çıkınca cadıyla karşılaşan Prens, sevdiği kızın başına kötü bir şey geldiğini anlamış. Cadı onun üstüne doğru yürüyünce, geri çekilen Prens, kulenin penceresinden aşağı düşmüş. Kulenin altındaki çalılar sayesinde, hayatta kalmayı başarmış ama üzerinde düştüğü çalılıklardaki dikenler gözlerini kör etmiş. Yıllarca kör bir şekilde her yerde Rapunzel’i aramış.
Ormanda bulduğu bitkiler ve yabani meyvelerle karnını doyuruyormuş, o kadar uzun yollar yürümüş ki sonunda bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Çölde gezinirken Rapunzel’in büyüleyici sesini duyar gibi olmuş. Sesin olduğu tarafa giderek; “Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensi görünce hemen ona doğru koşmaya başlamış. Sevinçten ağlayan Rapunzel’in göz yaşları prensin gözlerine akmış.
Bir mucize olmuş, Rapunzel’in göz yaşları prense ilaca olmuş ve iki gözü birden açılmış ve Prensin gözleri görmeye başlamış. İkisi sevinçle yola koyulmuşlar ve Prensin ülkesine gitmişler, orada halk onları sevinçle karşılamış. Bir ömür boyu mutlu mesut yaşamışlar.