Türkiye'de Siyaset-Futbol İlişkisi
Türkiye’de dönem dönem farklı şekillerde siyaset futbol ilişkisi söz konusudur. 1950'lerden başlayacak olursak, Türkiye’nin bu dönemde dış dünyaya açılmaya başlaması söz konusudur. Batının olma arzusunun başka bir boyuta sıçraması onun yanında, profesyonelliğin gündeme girmesi siyasetin futbola bakışını değiştirecekti. Futbol, 50’li yıllardan sonra batı karşısındaki geri kalmışlığın bir tür telafi mekanizması ve bir tür rövanş haline gelecekti. Altmışlı yıllardan itibaren büyük İstanbul kulüpleri ile diğer kulüpler arasında, profesyonellik uygulamasından dolayı aralarındaki güç dengeleri bozulmuştu. Buna karşın aynı yıllarda, planlı kalkınma politikası uygulanmıştır. Futbolu bir ulusal bütünleşme aracı olarak kullanma çabasının bir yansıması olarak gelişen Anadolu sermayesinin sesini duyurma gayreti vardır. Bunun sonucu olarak Türkiye, Anadolu’daki futbol patlamasına tanıklık edecekti. Bu patlama yetmişli yıllarda dönemin ekonomik, sosyal ve toplumsal ortamına da uygun olarak bazı Anadolu takımlarının yükselmesine yol açacaktır.
Çok partili sisteme geçişle değişen siyasal atmosferle beraber futbol kulüpleri de değişim göstermeye başlamıştır. 1960'larda ve 70'lerin başlarında ikinci sınıf da olsa bir görünürlüğü olan, ikinci Türkiye Liginde oynayan Rum ve Ermeni kulüpleri Taksim ve Beyoğluspor kaldırılmıştı. Neredeyse yarısı İstanbullu Rum ve Ermeni yöneticilerden ve futbolculardan oluşan bu kulüplerin beraberinde Türk yönetici ve oyuncular da vardı. 1950'lerin ve 60'ların Lefter, Kasapoğlu gibi popüler oyuncularından sonra, 1970'lerin ortalarına kadar Beşiktaş'ta oynayan Niko'dan beri, gayri Müslim azınlıklardan futbol sahnesinde görünen hiç kimse olmamıştır. 1970'lerin siyasal ortamında da futbol millî maçlarda medya ve genel kamuoyu tarafından ilgiyle izlenmiştir. Millî bütünleşme ve "tek ses-tek nefes olma" arzularının yatırımıyla yüklü bu amaçlarda, "eskilerden" kalma sportmenlik anlayışının ve "ülkenin başarıyla temsili" özleminin naif bir öğe olarak varlığını koruduğu gözlenir.
1980’lerdeki askeri darbeyle birlikte uygulanan politikalar, Türkiye’nin küresel kapitalist sürece girmesi başlayacaktır. Futbolun bu yükselişi sırasında 80li yıllarda başlayan popüler milliyetçiliğin 2000li yıllarda azaldığı görülür. Özellikle 1980 sonları ve 1990’larla birlikte yükseliş trendine giren ve başarılı sonuçlar almaya başlayan Türkiye futbolunun, buna paralel olarak futboldaki milliyetçi dalganın yükselişi görülmektedir. Zira maçlara verilen anlam milli mücadele düzeyinde ele alınmaya başlayınca milliyetçi düşüncede bunun içine girecektir. Milliyetçi hareketlerin futbolda kendini hissettirmesi 1990larda başlamış ve bunda Kürt hareketinin de rolü vardır. Nitekim o zamana kadar olmayan bir uygulamayla maçlardan önce milli marşın okunması 1992’deki önemli bir PKK saldırısından sonra yavaş yavaş başlamış ve daha sonra yerleşmiştir. Aynı şekilde PKK’yı desteklediği düşünülen ülkelerin takımlarıyla yapılan maçlarda gerek tribünde gerek medyada gösterilen tavır da bundan bağımsız düşünülemez. İtalya’da yaşanan Öcalan krizi sırasında adeta polis çemberi içinde oynanan Galatasaray- Juventus maçının atmosferi, İsviçre ile oynanan dünya kupası eleme maçı öncesinde ve sonrasında yaşananlar vb. olaylar verilebilecek örneklerdendir. Paranın hâkimiyetinin kurulmaya çalışıldığı futbol dünyasında eskisi gibi milliyetçi hislere de fazla yer yok. Yabancı sınırlamasının kalkması sadece yerel liglerdeki takımları etkilemiyor artık; farklı ulusal kimliğe sahip oyuncular paranın gücüyle tabiiyetlerini değiştirip, ulusal takımlarda da yer buluyorlar.
Büyük sermayelerin işin içine girmesi, ünlü teknik adamların, futbolcuların Türkiye’ye getirilmesi altyapılara yapılan yatırımlar futbolun değişmesine yol açmıştır. 90lı yıllarda bu değişim daha da hızlanacaktı. Bu değişim, eşitsizliklerin derinleşmesine yol açmıştır. Büyük kulüplerin dışında kalan kısım giderek daha fazla politikanın içine düşmüştür. Kimilerine göre siyasetten tamamen ayrı olması gerektiği, kimilerine göre ayrılamaz olduğu düşünülen futbol, bu tartışmaların arasında siyasetin işin içine çok daha fazla girmiş bulunmaktadır. Futbolun bir sektör haline gelmesiyle birlikte artık siyasetten bağımsızlaşması da bir hayal olmuştu.
Bu denli iç içe geçmiş yapıların olduğu bir sistemde futbol gibi siyasetle karakteristik özellikleri benzeşen bir spor dalının siyasetle ilişki içerisinde olmaması imkânsızdır. Söz konusu durumda esas olan siyaset ve futbolun ne kadar benzerlik gösterse de sınırlarının iyi çizilmiş olmasının gerekliliğidir.