Masumiyet Karinesi
GİRİŞ
Günümüz dünyası giderek insan haklarına daha çok önem ve yer verdiği, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle insan hakları ihlallerinin giderek tüm insanların ortak tepkisini çeken ve hassasiyetle izlediği bir hale gelmiştir.
Dünya genelinde giderek artan bir şekilde, insan haklarının gelişimine paralel olarak suçluların Hukuk Devleti ilkelerine göre kurulan mahkemelerde tarafsız ve adil bir yargılama sonucunda cezalandırılmaları yoluna gidildiği görülmektedir. En azından kamuoyunun bu yönde bir beklentisi ve aksi durumda tepkisi bulunmaktadır.
İnsan Hakları Sözleşmesi, Adil Yargılanma Hakkı’nı 6. Maddede düzenlemiş ve adil yargılanma kapsamında şu hakları belirtmiştir: bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, yargılamanın makul sürede yapılması, yargılamanın aleni ve hakkaniyete uygun olması, masumiyet karinesine riayet edilmesi, savunma hakkının kısıtlanmaması, her iki tarafın tanığının eşit şartlar altında bulundurulması, tercüman yardımından yararlandırılması.
Çalışmamızda adil yargılanma ilkelerinden masum sayılma ilkesi incelenecektir.
1 - MASUMİYET KARİNESİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLER
A - Masumiyet Karinesinin Tanımı
Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin, adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade eden bir sanık hakkıdır. Bu ilke, adil yargılanma hakkının unsurudur ve gerek uluslararası, gerekse ulusal düzenlemelerde hemen hemen aynı şekilde düzenlenmiştir. (FEYZİOĞLU, Suçsuzluk karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve İnsan Hakları Sözleşmesi, 2000, s. 1)
Masumiyet karinesi, bu karineden yararlanan kişilerin asla mahkum edilmeyeceklerini belirten bir kural değildir. Vicdani kanaate göre hüküm verilmesi gereken bir muhakemede, hiç arzu edilmemekle birlikte masumiyet karinesi, bu karineden yararlanan kişilerin asla mahkum edilmeyeceklerini belirten bir kural değildir. Vicdani kanaate göre hüküm verilmesi gereken bir muhakemede, hiç arzu edilmemekle birlikte, masumların da mahkum edilme tehlikesi söz konusudur. İşte bu nedenle, masumiyet karinesinin öngörülmesinde amaç, gerçekte suçlu olsa bile, herkesin kesin hüküm ile mahkum edilinceye kadar suçsuz kabul edilmesi ve söz konusu tehlikelerin bertaraf edilmesidir. (FEYZİOĞLU, Suçsuzluk karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve İnsan Hakları Sözleşmesi, 2000, s. 140)
Masumiyet karinesinin öngördüğü durum, hakkında suç isnadı yapılan kişinin masum olduğunun kabulü değildir. Bu ilke, yargılanan kişinin, yargılama bitip, hakkında kesin hüküm tesis edilinceye kadar geçen süre içerisinde suçsuz kabul edilmesini ifade etmektedir. Sanık suçsuz kabul edildiği içindir ki yargılama yapılmakta, hakkında suç isnadında bulunan kişi tarafından suçlu olduğunun ispat edilmesi beklenmektedir. Bu nedenle de, kendisine susma hakkı tanınmakta, şüphe lehine değerIendirilmekte ve maddi gerçek aranmaktadır. (MEMİŞ, 2003, s. 5)
Masumiyet Karinesi Tarihçesi
Masumiyet karinesi açık olarak ifade edilmese bile ilk yer aldığı belge 1245 tarihli ‘Magna Carta Libertatium’ dur. Ancak, tüm ceza hukukuna yerleşmiş bir ilke olarak masumiyet karinesinin doğuşu 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi olarak gösterilmektedir.
18. yy’ın ortalarına kadar genel tutum yargılanan kişinin suçlu olarak kabul edilmesiydi. Sanık kendi suçsuzluğunu ispat etmekle yükümlüydü. Mahkemeler ise sanığın suçunu ispat etmek için tüm imkanlarını kullanıyordu. Yargılanmaya başlanan kişi direk olarak suçlu kabul ediliyordu. Sanığa suçunun ikrar ettirebilmek için ise her türlü yolun mübah görüldüğü bir anlayış hakimdi. İnsanlığın gelişimi ve liberal düşüncelerin yaygınlaşması ise bu tutumdan vazgeçildi ve nihayet uluslararası belgelerde Masumiyet Karinesi yerini aldı. (MEMİŞ, 2003, s. 6)
Daha sonra 1945 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 11. Maddesinde Masumiyet Karinesine yer verilmiştir. 1950 yılında imzalanan İnsan Hakları Avrupa Beyannamesi 6. Maddesinin ikinci fıkrasında da Masumiyet Karinesi ele alınmıştır. Ayrıca Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 14. Maddesinin ikinci fikrasında masum sayılma hakkına yer verilmiştir.
AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde “suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır” şeklindeki düzenleme yer almaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. maddesinde “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır” şeklindeki düzenlenmiştir. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkı başlıklı 14. maddesinde “Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılma hakkına sahiptir” ifadesi kullanılmıştır.
Türk Hukuk’una da İHAS’ın onaylanması ile giren masumiyet karinesi, 1982 Anayasa’sı 15. Madde son cümlesinde ‘suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.’ ve 38. Maddesinin 4. Fıkrasında ‘Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.’ Şeklinde düzenlenerek yerini almıştır.
2 - MASUMİYET KARİNESİNDEN DOĞAN İLKELER
A - İspat Yükünün İddia Makamına Düşmesi
Ceza muhakemesinde, esas olarak, fiili fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasına ispat denilmektedir. Maddi gerçeğe ulaşma yargılamanın hedefi olduğundan her şey delil niteliğinde olup, hâkim bu delilleri vicdani kanaatiyle takdir hakkına sahiptir. Medeni usul hukukundakine benzer bir ispat yükü ceza muhakemesi için öngörülmemiş ise de; normal olan suçsuzluk anormal olan ise suçluluk olduğundan, bir suç iddiasında bulunanın bunu deliller ile desteklemesi gerekir. (ÇELİK, 2007, s. 137)
Belirtilmelidir ki re’sen araştırmanın geçerli olduğu ceza yargılamasında iddia makamını temsil eden savcı ve yargılama makamı olan mahkeme sadece aleyhe olan delilleri değil, lehe olan delilleri de toplamak zorundadır(CMK md.160/2). Sanık yöneltilen suçlamalar karşısında susma hakkını(Anayasa md. 38/5) kullanabileceği gibi kendisi lehine olan delilleri ibraz edebilir yada ilgili yerlerden toplanmasına işaret edebilir. Sanığın, suçsuzluğu konusunda, hâkimi ikna etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. (ŞIK, 2012, s. 117)
AİHM, 7 Ekim 1988 tarihli Salabiaku/Fransa Kararı’nda;“….Ceza hukukunda sorumluluk fikrinden suçluluk kavramına geçiş, bunlar arasındaki ayrımın çok göreli bir niteliğe sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum Sözleşme’nin 6(2). fıkrası bakımından bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Her hukuk sisteminde maddi veya hukuki karineler yer alır. Sözleşme’nin bu tür karineleri kural olarak yasaklamadığı açıktır. Ancak Sözleşme, bu konuda Sözleşmeci Devletlerin, ceza hukuku bakımından bazı sınırlar içinde kalmasını gerektirir. Komisyon’un kabul eder göründüğü gibi, eğer Sözleşme’nin 6(2). fıkrası, sadece bir yargılama sırasında mahkemeler tarafından uyulması gereken bir güvenceyi düzenlemiş ise, 6(2). fıkrasının şartları, uygulamada 6(1). fıkrada yer alan tarafsızlık ödeviyle örtüşecektir. Özellikle, "hukuka göre" ifadesi, münhasıran iç hukuka gönderme yapılarak yorumlanacak olursa, ulusal yasa koyucunun dava mahkemesinin elinden gerçek bir değerlendirme yetkisini alması ve masumiyet karinesini özünden yoksun bırakması serbest hale gelecektir. Böyle bir durum, adil yargılanma hakkını ve ayrıca masum sayılma hakkını (right to be presumed innocent) korumak suretiyle, hukukun üstünlüğü temel ilkesi içinde ye alması istenen Sözleşme’nin 6. maddesinin amacıyla bağdaşmayacaktır... O halde Sözleşme’nin 6(2). fıkrası, ceza hukukunda öngörülen maddi veya hukuki karinelere kayıtsız kalamaz. Bu fıkra, Devletlerin maddi veya hukuki karineleri, tehlikede olan şeyin önemini ve savunma haklarını korumayı dikkate alarak, makul sınırlar içinde tutmalarını gerektirir.” (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1988)
B - Susma Hakkı
Sanığın suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edildiğinden, suçsuz sayılan kişinin de kendisi aleyhine bir şey ifade etmeme, aktif olarak muhakemeye katılmama hakkı bulunmaktadır. Susma hakkının kullanılmış olması aleyhe değerlendirilemez. Nitekim 1982 Anayasası’nın 38/5’inci maddesiyle, susma hakkı anayasal anlamda tanınmış ve şüphelinin/sanığın haklarını düzenleyen CMK’nın 147/1.e maddesi ile de uygulama alanı bulmuştur. (KOCAOĞLU, 2011, s. 38)
AİHM 17.12.1996 tarihli Saunders/Birleşik Krallık Kararı’nda susma hakkına ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede suçsuzluk karinesi ile de bağlantı kurmaktadır: “Mahkeme, her ne kadar Sözleşme’nin 6. Maddesi’nde özellikle belirtilmemiş olsa da, sessiz kalma ve –bunun bir parçası olan kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkının 6. Madde kapsamındaki adil yargılanma kavramının esasını oluşturan ve genel olarak kabul edilen uluslararası kuralların özünde bulunan bir hak olduğunu anımsatır. Bu hakkın gerekçeleri arasında, sanığın yetkililerce uygunsuz bir şekilde zorlamaya maruz kalmaya karşı korunması yoluyla adaletin tecellisindeki hatalı uygulamaları önlemek ve 6. Madde’nin hedeflerini yerine getirmek bulunmaktadır. Kişinin kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkı, özellikle bir ceza davasında savcılık makamının sanığın iradesi dışında tehdit veya tazyik yöntemleriyle elde edilmiş delillere başvurmadan sanığa karşı iddiasını kanıtlamaya çalışmasını öngörür. Bu bağlamda söz konusu hak, Sözleşmenin 6. Maddesi’nin 2. fıkrası kapsamında bulunan masumiyet karinesiyle yakından bağlantılıdır” (prf. 68) (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1996)
C. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Hâkim ispat bakımından kesin bir kanaate varamazsa, yani şüphesini yüzde yüz yok edemezse, ilgili hususu ispat edilmemiş sayacaktır. Bu prensip ceza muhakemesinde şüpheden sanık yararlanır(in dubio pro reo) şeklinde ifade edilmektedir. Ceza muhakemesinde maddi sorunun çözümünde şüpheden sanık yararlanır. Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin kaynağı, suçsuzluk karinesidir. Bu ilkeyi uygulayan ceza mahkemeleri, sanığın suçlu olduğu konusunda şüpheyi gideremezlerse, delil yetersizliğinden sanığın beraatına karar verirler. CMK’nın 223/2.e maddesi bunu, “yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması” hali olarak tanımlamıştır. (FEYZİOĞLU, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Hakkında Bazı Tespit ve Değerlendirmeler, 2006, s. 36)
AİHM 20 Mart 2001 tarihli Telfner/Avusturya Kararı’nda; “Mahkeme, genel kural olarak, sunulan ve toplanan delilleri değerlendirmenin ulusal mahkemelerin işi olduğunu, Mahkeme’nin görevinin ise yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını saptamak olduğunu hatırlatır. Bu görev, ceza davalarında masumiyet karinesine uyulmasını da içerir. 6. Madde 2. fıkra, diğer hususların yanı sıra, bir mahkeme heyetinin görevini yaparken işe sanığın isnat edilen suçu işlemiş olduğu konusunda bir önyargıyla başlamamasını gerektirir; ispat yükü iddia makamındadır; var olan her tür kuşku sanık lehinde yorumlanmalıdır. Yani, ispat yükünün iddia makamından savunmaya aktarıldığı durumda masumiyet karinesi çiğnenmiş demektir” (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2001)
D. Tutuklulukta Makul Süreye Riayet
Sanık, suçsuzluk karinesi ışığında suçlu kabul edilmediği gibi masum da sayılmamaktadır. Dolayısıyla ceza muhakemesinin gereklerinden olan koruma tedbirlerine tabi olacaktır. Arama, elkoyma, iletişimin kayda alınması-tespiti gibi tedbirlerin yanı sıra, şüphelinin/sanığın hareket serbestisini, hürriyetini sınırlayan yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi tedbirler de uygulanmaktadır. Bilhassa tutuklama tedbirinde şüpheli/sanık adeta bir mahkûm gibi hürriyetinden mahrum kalmaktadır. Tutukluluk halinin devamlılığı ve makul süreyi aşması halinde suçsuzluk karinesi de bundan etkilenmeye başlayacaktır. Bu itibarla tutukluluk süreleri ile suçsuzluk karinesi birbiri ile ilintili ceza muhakemesi kurumlarıdır. (FEYZİOĞLU & ERGÜN, Türk Hukukunda Tutuklamalarda Azami Süre, 2010)
Ceza muhakemesindeki en ağır koruma tedbiri olan tutuklama, iç hukukumuzda CMK’nın 100 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin yanı sıra bahse konu suç için verilmesi muhtemel ceza ile orantılı olması zorunludur.
Böylesine önemli bir koruma tedbirinin keyfi olarak uzun süreli uygulanması ihtimalinin önüne geçebilmek amacıyla tutukluluk sürelerinde azami süreler belirlenmiştir. Tutukluluk sürelerini düzenleyen CMK’nın 102’nci maddesinde;“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Bu Madde de öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir” denilmek suretiyle bu husus dile getirilmiştir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresinin iki yıl, uzatma süresinin ise asıl süreden uzun olarak üç yıl biçiminde düzenlenmesi haklı olarak eleştirilmektedir. Hatta bu uyumsuzluk ve madde metninin kötü yazımı, uzatma süresinin 3 yıl değil 1 yıl olduğu şeklinde yorumlara sebebiyet vermiştir. Nitekim sonuç olarak asıl sürenin 2 yıl, uzatma süresinin ise 3 yıl olduğu benimsenmiştir. İstisnai olarak terör suçlarında bu süreler değişmektedir. (ÖZER, GÜNGÖR, & OKUYUCU, 2010)
Makul süre tabiri hem Anayasa’nın 19/7’üncü maddesinde hem de AİHS’in 5/3’üncü maddesinde kullanılmıştır. Burada belirtilen makul süre, AİHS’in adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesindeki makul süre ile aynı olmayıp farklıdır. Uzun sürmüş olan bir dava adil yargılanma hakkına aykırı olmayabilir. Fakat sanık böylesi bir yargılamada makul süreyi aşan bir tutukluluk tedbirine maruz kalmış olabilir. AİHM’in tutuklulukta makul süre için ele aldığı ölçütler şunlardır:
- Hürriyetin kısıtlandığı sürenin ne kadar olduğu,
- İsnad konusu suçun niteliği ve mahkûmiyet halinde verilmesi muhtemel cezanın ne olduğu,
- Hürriyeti kısıtlamasının, sanık üzerindeki maddi, manevi ve diğer etkilerinin neler olduğu,
- Sanığın davranışları,
- Soruşturmanın yürütülme şekli ve üslubu,
- İlgili adli makamların işlemlerinin neler olduğu. (FEYZİOĞLU, Suçsuzluk Karinesi, 2010, s. 155)
AİHM, 20 Şubat 2007 tarihli Remzi AYDIN/Türkiye Kararı’nda tutukluluk ve suçsuzluk karinesi arasındaki ilişkiyi ana hatları ile açıklamıştır: “…. Sonuç olarak tutuklu yargılamanın süresi ile ilgili olarak AİHS'nin 6/2. maddesi bakımından ayrıca bir soru ortaya çıkmamaktadır zira bu alanda bu ilkeye riayet edilmesinin sağlanması esastır. AİHM bu şikayeti 5/3. madde kapsamında inceleyecektir.. Başvuran, mahkum edildiği 22 Temmuz 2001 tarihinden, mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onandığı 7 Mart 2002 tarihine kadar ve aynı şekilde ikinci mahkumiyet karar tarihi olan 17 Temmuz 2003 tarihinden, kararın ikinci kez onandığı 28 Ocak 2004 tarihine kadar "yetkili bir mahkeme tarafından mahkum edildikten sonra yasalara uygun olarak tutuklu bulunmaktaydı"…Başvuranın halen tutuklu olarak yargılandığı dikkate alınırsa, değerlendirilecek toplam süre şu an itibariyle yaklaşık yedi yıl üç...Hükümet, sanıkların sayısı, davanın karmaşıklığı, başvurana verilecek ceza ve firar tehlikesi dikkate alındığında tutuklu yargılama makul olduğunu belirtmektedir. Başvuran, sağlık durumu nedeniyle firar etmesinin mümkün olmadığını ve kişisel ihtiyaçlarını zorlukla karşılayabildiğini belirtmektedir. Her ne olursa olsun, bu kadar uzun bir tutuklu yargılama süresinin haklı gösterilemeyeceğini ileri sürmektedir. AİHM'nin yerleşik içtihadı uyarınca, tutuklu yargılama süresinin makul olup olmadığı her davada davanın özel koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir…..Sonuç olarak, başvuranın, genel bir değerlendirme gerektiren tutukluluk süresi makul süreyi aşmıştır. O halde AİHS'nin 5/3 maddesi ihlal edilmiştir.” (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2007)
3 - MASUMİYET KARİNESİ'NİN DİĞER ETKİ ALANLARI
A. Masumiyet Karinesi'nin Diğer Etki Alanları
Suçsuzluk karinesi, yalnızca kişinin huzurunda yargılandığı mahkeme için değil kamu gücünü kullanan diğer kamu görevlileri ve resmi makamlar için de bağlayıcıdır. Özellikle ülkemizde adli soruşturmalar esnasında; adli yetkileri bulunmayan mülki amirlerin basın önünde açıklama istekleri bu korumayı daha da anlamlı kılmaktadır.
Yaşanan hadiselerle alakalı olarak devlet görevlilerinin bilgi aktarımları mümkündür. Ancak bilgi aktarımlarında, özellikle kolluk ve savcılık makamlarının tercih ettikleri tabirlere dikkat etmeleri önemli bir husustur. Zira tercih edilen ifadeler henüz mahkeme kararı ile suçluluğu kesinleşmemiş olan kişilerin kamuoyu nezdinde yargısız bir şekilde suçlu biçiminde algılanmasına sebebiyet verecektir. Bu itibarla; suçlu, fail yerine şüpheli, sanık, muhtemel fail gibi ifadelerin kullanılması daha doğrudur.
Nitekim suçüstü halinde bile yakalanmış olsa, yargılama faaliyeti kesin hüküm ile bitmeden kişiyi suçlu biçiminde açıklamak suçsuzluk karinesine aykırılık teşkil edecektir.
AİHM’de birçok kararında, şüpheliyi/sanığı suçlu gibi takdim eden resmi makamların beyanatlarını, basın açıklamalarını suçsuzluk karinesi yönünden değerlendirmiş ve ihlal kararları vermiştir.
AİHM’in 28 Ekim 2004 tarihli Y.B ve diğerleri/Türkiye kararında: “… polis tarafından düzenlenen ve basına dağıtılan ‘basın açıklaması’nın içeriğinde başvuranlar hiçbir fark gözetmeksizin ‘yasadışı örgüt’ olan MLKP’nin mensubu olarak gösterilmiştir. Aynı şekilde, söz konusu basın açıklamasına göre adı geçen şahısların İzmir’in farklı mekanlarında birçok suç islediklerinin tespit edildiği belirtilmiştir. AİHM’nin görüşüne göre bu iki ifadenin, başvuranların itham edildikleri suçları işlediklerini onaylayan değerlendirmeler şeklinde yorumlanması mümkündür. Bir bütün olarak ele alındığında, polis yetkililerinin tutumları, kanıtların başvuranların aleyhinde kullanılması yönünde önceden değerlendirildiği ve kimliklerini kolayca ortaya koyan bilgilerin basına verildiği göz önünde bulundurulduğunda bu durum masumiyet karinesine saygı gösterilmesi ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bu şekilde düzenlenen basın açıklaması, bir yandan kamuoyunun başvuranların suçlu olduğuna inanmasını teşvik ve diğer yandan yetkili hâkimlerin olayları değerlendirmesinde ön yargılı davranmalarına neden olmuştur.” (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2004)
B. Masumiyet Karinesi ve Basın
İç hukuk yönünden 1982 Anayasası’nın 26’ncı maddesi bu özgürlüğü korur niteliktedir. AİHS’in “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesi de basın özgürlüğünü kapsar vaziyettedir. 5187 s. Basın Kanunu’nun ‘Basın Özgürlüğü’ başlıklı 3’üncü basın özgürlüğünü kanun düzeyinde teminat altına alınmıştır. (ŞIK, 2012, s. 128)
Ancak, adli vakalarda mahkemeler henüz kesin bir sonuç vermeden soruşturma evresinde gerçeğe aykırı haberler yayımlanabilmekte, bu durumda işlenen suçla ilgili olsun ya da olmasın kişiler kamuoyunda zarar görebilmektedirler. Basının taraflı yayınlarla, önyargılı şekilde kamuoyu oluşturarak özellikle, dürüst yargılama kavramına dahil olan mahkemelerin tarafsızlığını bertaraf etmesi ve yargı mensuplarını etki altına alması sonucu, sanığa tanınan suçsuzluk karinesini ihlal ortaya çıkabilmektedir. (CENTEL, 2008, s. 59)
Basın organlarınca soruşturma sonuçlanmadan bir suçla itham edilen kişi yani şüpheli doğrudan sanık olarak gösterilmekte ve hatta kamuoyu önünde yargılanıp suçlu ilan edilmektedir. Bu kişi mahkemece yargılanıp beraat ettiği halde, bu karar haber yapılmamakta ya da haber yapılsa dahi itham edilen suçta yapıldığı gibi sansasyon yaratıcı şekilde aktarılmadığından kişi toplum huzurunda ve hafızasında suçlu olarak kalmaktadır. Nitekim kişinin suçlu olmadığı yargı kararı ile sabit olmasına rağmen suçlu olarak bilinmekte yani kişi kamu vicdanında beraat edememektedir. Bu durumda medyadan beklenen, adli haberlerinin abartılarak verilmemesi, suçsuzluk karinesinden yararlanan sanığın mahkeme kararından önce kamuoyunda mahkum edilmemesi ve beraat eden sanık için suçlandığı sıradakiyle aynı yoğunlukta yayın yapılarak kamuoyunun gözünde de beraatinin sağlanmasıdır. (CENTEL, 2008, s. 71)
Suçsuzluk karinesine uyulup uyulmadığı, somut olayda ve özel durumlarda seçilen sözcüklere bağlıdır. Bu nedenle suçluluğu sabit olmamış bir şüpheliye “katil, hırsız, terörist” gibi suç itham edici sözcüklerin kullanılmaması gerekmektedir. Basının şüphe haberi verme yetkisi somut olayda, “ispat konularına ilişkin asgari mevcudiyeti” içermek zorundadır. Bu mevcudiyet yayınlanan bilgilerin gerçeklik içeriğini ifade eder.
Basın yoluyla yapılan ihlallerin mağdurlar tarafından engellenmesi pek mümkün olmadığından ve adil yargılanma hakkını gerçekleştirme görevi devlete düştüğünden Devlet bu tür ihlalleri önlemek için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu çerçevede basın araçlarının kullanımının hukuki sınırlarını çizmek, yayın yoluyla kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlalini engellemek ve adaletin tecellisi amacıyla basın özgürlüğünü sınırlama hususunda bazı ilkeler benimsenip, birtakım yasaklar öngörülmüştür. (ÜZÜLMEZ, 2005, s. 52)
Özel teşebbüsün yönetiminde olup, devletle bir ilgisi bulunmayan medya kuruluşlarının suçsuzluk karinesini ihlal eder nitelikteki eylemleri nedeniyle, AİHM tarafından bir incelemenin yapılması mümkün değildir. Ancak bu tür ihlallere yönelik olarak, sözleşmeci devletin önlem almıyor olması adil yargılanma hakkı çerçevesinde ihlal teşkil edebilir. Fakat belirtilmelidir şu an itibariyle AİHM’in buna ilişkin bir içtihadı ve uygulaması bulunmamaktadır. (ŞIK, 2012, s. 130)
İç hukukta, radyo ve televizyon yayınları yönünden, suçsuzluk karinesini koruyan mevzuat hükümleri bulunmaktadır. 6112 s. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 8/1.i maddesi ile gerekli düzenleme yapılmış, aynı Yasa’nın 32/2’nci maddesi uyarınca idari yaptırım öngörülmüştür. (ŞIK, 2012, s. 130)
AİHM Allenet De Ribemont-Fransa kararında; başvuranın gözaltındayken cinayetin elebaşlarından biri olarak gösterilmesi sonucu, kamuoyunda suçlu olduğuna inanılmasının sağlanmasının ve yetkili yargı makamlarının olayları takdirine zarar vermesinin suçsuzluk karinesinin ihlali olduğuna işaret edilmiştir. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2013)
4 - SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Fransız İhtilâlı ile birlikte Kıta Avrupası’na yayılan suçsuzluk karinesi, AİHS’in 6/2’nci maddesinde, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nin 11’inci maddesinde, 1982 Anayasası’nın 38/4’üncü maddesinde yer almış olup, Anayasa’nın 15’inci maddesine göre sınırlanamaz haklar arasında sayılmıştır. Bu hak için herhangi bir istisna öngörülmemiştir.
Adil yargılanma hakkının bir parçası olan Masum Sayılma Hakkı mahkemelere bazı sorumluluklar yüklemektedir; susma hakkı, ispatın iddia makamına ait olması, şüpheden sanık yararlanır, tutukluluk süresinin makul tutulması. Ayrıca Masum Sayılma Hakkı sadece mahkemelerde ihlal edilmesi mümkün bir hak değildir. Basın yoluyla ve adli makamların açıklamalarıyla da ihlal edilebilmektedir. Temennimiz odur ki; adil yargılanma hakkının bir parçası olan Masum Sayılma Hakkı’nın korunması adına hakkında kesin hüküm verilmemiş kişilerin aleyhinde beyanda bulunurken daha dikkatli davranılmasıdır.
Kaynakça
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (1988, EKİM 7). 04 10, 2018 tarihinde hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-123450 adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (1996, 12 17). 04 10, 2018 tarihinde hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-116467 adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (2001, 03 20). 04 10, 2018 tarihinde hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-116467 adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (2004, 10 28). 04 12, 2018 tarihinde https://hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-174043 adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (2007, 02 20). 04 11, 2018 tarihinde hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-124380 adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. (2013, 07 12). 04 13, 2018 tarihinde hudoc.echr.coe.int: https://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-148614 adresinden alındı
CENTEL, N. (2008). Dürüst Yargılama ve Medya Bakımından Demokrasi Kültürü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 59.
ÇELİK, A. (2007). Adil Yargılanma Hakkı. Ankara.
FEYZİOĞLU, M. (2000). Suçsuzluk karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve İnsan Hakları Sözleşmesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.
FEYZİOĞLU, M. (2006). 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Hakkında Bazı Tespit ve Değerlendirmeler. TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ DERGİSİ.
FEYZİOĞLU, M. (2010). Suçsuzluk Karinesi. Ankara.
FEYZİOĞLU, M., & ERGÜN, G. (2010). Türk Hukukunda Tutuklamalarda Azami Süre. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 36vd.
KOCAOĞLU, S. S. (2011). Susma Hakkı. Ankara Barosu Dergisi, 38.
MEMİŞ, P. (2003). Adil Yargılanma Hakkının Unsuru Olarak Masumiyet Karinesi.
ÖZER, M., GÜNGÖR, D., & OKUYUCU, G. (2010). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Işığında Türk Hukukunda Azami Tutukluluk Süresinin hesaplanmasına İlişkin Değerlendirmeler. Ankara Barosu Dergisi, 183vd.
ŞIK, H. (2012). Suçsuzluk Karinesi. Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 103-145.
ÜZÜLMEZ, İ. (2005). Suçsuzluk Karinesi. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 41-72.