Yılmaz Erdoğan Sözleri, Unutulmaz Yılmaz Erdoğan Şiirleri
Yılmaz Erdoğan Sözleri
Yılmaz Erdoğan'a ait en güzel aşk sözleri, aşk kokan şiirleri, ayrılık şiirlerini siz değerli takipçilerimiz için derledik. Sizler de duygusal ve damar Yılmaz Erdoğan sözlerini, en popüler Yılmaz Erdoğan sözlerini Facebook, Twitter gibi sosyal hesaplarınızda arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.
Sizler için özenle seçtiğimiz en güzel 5 Yılmaz Erdoğan sözü;
1. Senin gibi olmak vardı ama Allah beni “İnsan” olarak yarattı.
2. Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden ve bir aşkın izlerini yok edecek başka bir aşk sipariş edildi yeniden.
3. Sizi sevenlerin sevgisine dikkat edin bazı sevgilerin son kullanma tarihleri geçmiş, bozuk çıkıyorlar.
4. Saklama yeteneği yüksek olan, güçlü biriyim. Hatta gözlerimden yaşlar düştüğünde bile şu iki kelimeyi söylerim: ben iyiyim.
5. Seninle karşılaşmam hayatımın en büyük hatasıydı ve sırf seninle diğer tarafta karşılaşmamak için helal ediyorum hakkımı!
En Güzel Yılmaz Erdoğan Sözleri
Şiir yazanların sözleri de yazdıkları şiirler gibi dokunaklı olur. Sizler için derlediğimiz en güzel Yılmaz Erdoğan aşk sözlerinden seçtiklerinizi sevdiğinizle paylaşabilirsiniz. İşte, en anlamlı Yılmaz Erdoğan sözleri;
Bizi bilirsin, yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarına gömülmeyi.
Birisi bana ne yapıyorsun deyince, kısık bir sesle hiç diyorum. Kimse anlamıyor; hayatın içinden çıkamıyorum
Sana yangında kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum.
Aşkın her halini gördüm! O yüzden artık ne hali varsa görsün!
Bir daha olmaz beni bu acımasiz yalancı dünyaya kimse bağlamaz dersin sonra da sen çıkarsın inatla yaşamak zorundasın diyorsun ve emre itaat etmek zorunda oluyorsun herşeye rağmen tum pisliklerine rağmen dünyayı seversin ve tüm kötülükleri görmez gözün sevgin o kadar büyük olur ki hiç bir şey umurunda olmaz ama bir anda acılar bir patlak verir feleğini şaşırırsin böyle.
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa. Şimdi, sonsuz bir yangın gibi. Sevmesem öyle kolay çekip gitmek; Yaralı bir kuş gibi.
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı.
Göz yaşlarım avucumda ve ben yine kapında. Bir kapıyı açıp AFFETTİM desen inan dökebilirim içimde ki dertleri de avucumda ki göz yaşlarımı da.
Ben, senin için ‘belkiydim’. Sen benim için ‘keşke’. ‘Belki’ seviyordur diye ‘keşke’lerim ısrarcı bu gece..
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve beb amerikanca bi filmi kürtçe seyrediyorum.
Gidebilirsin yada beni unutabilirsin. Ama ben yokmuşum gibi yaparsan eğer, hiç olmamışsın gibi davranırım! Kıvranırsın..
Anlamlı Yılmaz Erdoğan Sözleri
Biz, aynı tavla tahtasında farklı iki pul gibiyiz. Öyle ya, ‘birbirimizi kırmadan oyunu bitiremeyiz..
Papatyalar suçlanmamalı artık sevmiyor diye. Zaten sevse; ottan böcekten medet umulmazdı herhalde.
Kendine güvenip, ağzı laf yapanlara laf yaptığı içinde kendini adam sananlara kısa bir hatırlatma lafla adam olunmuyor .
O kadar yoruldum ki artık hiçbir şeye şaşırmıyorum ve umurumda değil hiç kimse, ne halim varsa görmekle meşgulüm.
Söylemek isteyip de söyleyemediğim çok şey var. Kiminin yüzüne kiminin gelmişine, geçmişine.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında ( Ankara ‘da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi… Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.
Denize sıfır evi hiç istemedim ben, ama hep gökyüzüne sıfır hayallerim vardı.
Neymiş, birini seviyorsak serbest bırakacakmışız, dönerse bizimmiş dönmezse hiç bizim olmayacakmış. Güvercin besliyoruz sanki.
Senden önce yaşam olduğu için senden sonra da olur sanma.
Çorap değiştirir gibi sevgili değiştiren, her yeni ilişkide temiz sayfa açtım diyenlere sesleniyorum: sizin defter kaç ortalı?
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan. Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam.
Kaybetmeyi bilmeyen insana kaybetme korkusunu yaşatacaksın.
Seni seviyorum, ama seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum.
Küskünlüğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara. Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kalmam aslında.
Gitmen demek nefesimin kesilmesi demektir.
Resimli Yılmaz Erdoğan Alıntıları
Ben bardak kırsam sakarım, annem kırsa nazar. Babam kırsa o bardağın orda ne işi var .
Pili bitmiş bir fotoğraf makinesi gibiyim artık. Kimseyi çekemem!
Sadece hayal kırıklığına değil hayat kırıklığına da uğrattılar.
Ağlatıyorsan gözyaşlarını silmeye gerek yok.
Mevsim ne olursa olsun her bakışında ilkbaharın taze kır çiçeklerini görüyorum.
Ölesiye değil yaşanılası gibi seviyorum seni, aldığın her nefeste yanında olmak gibi seviyorum işte.
Anladım ki ağaçlar, toprağa acı verdikçe büyüyorlar.
Gün gelir herkes gider buna sende dahil ey sevgili, bana vazgeçilmezim deme.
“Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey” ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu.
Sana, sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır. Aşk sorgusunda şahanem yalnızca kelepçeler sanıktır.
Zaman çok değişti. Artık katiller öldürmeden önce kendine iyi bak diyorlar.
Bende sana yetecek kadar ‘ben’ kalmadı.
Ve ben ne zaman kiminle sevişsem hala seni aldatıyorum.
Sevmeyene lafım yok ama seviyorum deyip de gidene lafım çok.
Hayatta herkesin uyacağı kural; “yolcu yolunda gerekmiş” tir.
Bir beyaz tutsaklık. İnsan kendine iltica edebilir mi?
Artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya.
Yaşadıklarımız yazılıydı yazılmayan kitapta, okuyabilene.
Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan.
Hadi şimdi gider pusulasına yazın kardeşlerimizin vasiyetlerini. Vergiden düşün babasız kalan çocukların acısını.
Dünyanın bütün okyanuslarından vazgeçiyorum ve gözlerinde ki Karadeniz'de boğulmak istiyorum.
Sen çok güzelsin sebepsiz de gülebilirsin.
Güvendikçe yenildim, yenildikçe değiştim.
Ne zaman öleceğimi bilseydim, ölüm anında gözlerinin içine bakardım sadece.
Devrimle yoğrulmuş bir aşk istiyorum mülteci bakışlarından.
Kalbim etten bir organ sadece kalbim yüreğim olur sen gelince.
Eskiden aşk’ından yataklara düşenler vardı, şimdide aşk diye yatağa düşenler var.
Gökyüzünde hayranlıkla izlediğim o sevgili yıldızım, mavi mekanından düşerek, ışıltısından, muhteşemliğinden, bir şeyi kaybetmeden bir kadına dönüşüver.
Popüler Yılmaz Erdoğan Şiirleri
Yılmaz Erdoğan'a ait en güzel şiirleri bir araya getirdik. Bu birbirinden güzel şiirleri Facebook, Twitter hesabınızda sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz. İşte, aşkın acının, ayrılığın en güzel şiirleri;
Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak
Her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah’a inanmaktır.
***
Aşkımız
Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı;
gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.
Hiç düşündün mü belkiyi
Belki, eline en yakışan takı benim elim.
Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim...
Belki sen ve belki ben...
Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan
bir beyaz tutsaklık...
İnsan kendine iltica edebilir mi?
Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..
Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı.
***
Yaşayabilme İhtimali
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!
***
Kızım Berfin’e
Berfinim,
içimin güler yüzü,
yaşanılası iklimim hoşgeldin...
(adımın çapraz yazılması kimin umrunda...
denize düşen yılana öykünür biraz da...)
bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!
kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için
ki hala zillleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış,yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar
düşlüyorduk
ama sızı verdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...
hoş geldin Berfin’im..
kızım kızgınlığım..
bilmiyorduk daha,
objektiflerin objektif olmadığını,
ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı,
meğer doyurmak zormuş içimizdeki hayvanı...
habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı..
şimdi hemen toplarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...
işin zor kızım
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin..
baban mı var,derdin var kızım...
hoş geldin kızım,
içimin güler yüzü, hoş geldin...
***
Başkalaşan Aşk
Adını anmak güzeldi,
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
Adını anmak...
Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
Biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
Adının Türkçedeki yankısı özeldi...
Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında...
Denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
güzeldi..
İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi...
Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok,
Kanlıca'da ki yoğurdu...
ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...
***
Ankara
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
Ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmış duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu film hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturmadım sofraya
Ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden Ankara'yı sevdiğini anlamadan
Ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için değil!
çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem Neşet Ertaş'ı hem Bülent Ersoy'u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı bir kuru yemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra Bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki Ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
çünkü hiç kimse bir daha Ankara'yı
O'nun kadar sevemeyecek bir şiir istenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o, en netameli aydır bence.
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
***
Gülüşün
gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
sarılışında ne düşler
ne düşükler
sakınamazsın
aynı yolları,
kimsesiz mekanları
birlikte özleme hasreti..
yalnızlığımın dert ortağı gastrit..
gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
bütün iç savaşlarda
rehin alındı bu yürek
kandıramazsın
hangi çekilişin
büyük ikramiyesi bu,
en uzak sevişmelerin
yeni yetme utancı
lakin aşk
biraz da utanmaktır yaşamaktan....
sakınamazsın...
yeni yetmelik işine gelince
o zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçe'de var
bazı dillerde yok
gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
kime niyet kime felaket bu aşk
anlayamazsın
ödümüz patlıyor acı çekmekten
oysa
biraz da acıdır
aşkın mayası....
kaçınamazsın...
gülüşündeki manayı saklayamazsın
tutunacak verimiz yok
resmi tutanaklarda
gülüşünde bin yıllık hasret var
saklayamazsın
bu yazık karşılaşmanın
alnımıza çakılıyor anafikri:
aşka cesaretimiz yoksa
başka zaman görüşürüz!